Jeoloji profesörü Prof. Dr. Görür: Minimum 7.3'lük deprem geliyor, şakası yok
Jeoloji profesörü Naci Görür "Minimum 7.3'lük deprem geliyor, şakası yok. İstanbul gibi yapı stokunun yüzde 60'ının zafiyet içinde olduğu bir yerde bunun sonuçları çok büyük olacak" uyarısında bulundu.
Cumhuriyet gazetesinden İpek Özbey'in sorularını yanıtlayan Bilim Akademisi Üyesi Prof. Dr. Naci Görür, "Ülkemiz bir deprem ülkesi olarak, dünyada ilk 10'un içinde. Dolayısıyla, sürekli depremlerin olması bir yer bilimci için doğal. Endişe etmek yerine olaya bilimsel baktığımızda tecrübemiz de artıyor. Ama tabii bir de afet boyutu var. O zaman da elbette tedirgin oluyoruz. Bu tedirginlikten dolayı da mümkün mertebe topluma, insanlarımıza yararlı olmaya, deprem konusunda bilinçlendirmeye çalışıyoruz. Merkezi yönetimi ve yerel yönetimi harekete geçirme konusunda uğraş veriyoruz" dedi.
"Yerel yönetim ve hükümetler konusunda başarılı olduğumuzu söyleyemem" diyen Görür, şöyle devam etti:
"Onlar da halkın verdiği önem kadar bu işe önem veriyorlar. Halkımızın kendi can ve mal güvenliği konusunda belirli bir hassasiyeti yok. Öyle olunca hükümetler de o konuya yoğunlaşmıyor. Ancak bazı büyük depremler, insan kayıpları, ülke çapında acılı bir atmosfer oluştuğunda deprem akıllarına geliyor, bir takım şeyler yapacaklarını söylüyorlar ama araya birkaç ay girince unutuluyor."
'Sokakta kimi yakalasalar müteahhitlik işini canlandırmak için 'Gel sana kredi verelim' diyorlar'
Prof. Dr. Görür, "Mesela pandemiden önce ben bir çıkış yapmıştım. Depremle ilgili önlem alınmayışının tek sorumlusu bu hükümet değil, bundan öncekiler de öyleydi. O yüzden 'hükümetler' ifadesini kullanıyorum. Dedim ki 'Hükümetler ne ister? En birinci görevi kendi insanının can ve mal güvenliğidir. Bunun ötesinde önemli bir proje yoktur. Ne kanal projeniz ne de havaalanı projeniz ne de bilmem kaç köprü, yol projeniz bu ülkenin toplu halde depremde can vermesinden önemlidir...' Eğer öyle düşünüyorsanız bilim adamlarından ne istersiniz? Bu ülkede depremler nerelerde olur, deprem kuşaklarında hangi kentlerimiz, köylerimiz, kasabalarımız vardır, ne büyüklükte deprem olur, belli ölçüde ne zaman olur ve olursa ne kadar hasar verir, bunları bilmek istersiniz… Şimdi sokakta kimi yakalasalar, müteahhitlik işini canlandırmak için 'Gel sana kredi verelim' diyorlar. Yapsınlar, canlandırsınlar, aferin ama bu konuya kafa yoran bir insan olarak içimden şu geçiyor: 'Ya benim aziz devletim, ey benim güzel hükümetim, niye insanlar yıllardır bu depremi beklerken aynı duyarlılığı, aynı bankaları seferber edip, evi göçük haline gelecek insanlara tespit yapıp, sana kredi vereceğiz demiyorsunuz, neden?'" diye sordu.
'Afete uğrayan insan da şunu demiyor: 'Biz ölmeden neredeydiniz?''
Görür, 'Neden?' sorusuna da yine kendi yanıt verdi: "Depremi konuşmayalım, deprem su üstüne çıkmasın diye… Deprem olduktan sonra oraya gidecek, evini yapacak, aş verecek, çadır götürecek, yardımlar yapacak, oradaki insanların da gönlünü kazanacak. Afete uğrayan insan da şunu demiyor: 'Biz ölmeden neredeydiniz?' Halkta da o bilinç yok. Bizim yöneticilerimiz afet yönetimine talip olduğu için risk yönetiminin konuşulmasını istemiyor. Bilim adamlarına sorun, dikkat çektikleri şeyleri yaparsanız depremi durduramazsınız ama zararını azaltırsınız. 10 bin can kaybı vereceğinize belki 100’e indirirsiniz. Peki bu en büyük proje değil midir, niye yapmıyorsunuz, ne bekliyorsunuz? Bu, uzun soluklu, disiplinli, bilimsel yöntemlerle ülkenin belirli katma değerini bu işe verip, bir takım yerleşim alanlarını deprem güvenli hale dönüştürme işidir. Çetrefil bir iştir. Kısa zamanda ne bütçeniz ne siyasi ömrünüz yeter. Dolayısıyla politikacılar, böyle büyük bir işin içine girmek yerine dört yılını sekiz yıla çıkarmak için, cilalı bir takım kolay işleri yaparak, meydanlardan nutuk atarak halkı bir atmosferin içine sokarak siyaset yapmayı yeğliyor. Çünkü öbür türlü uzun soluklu bir iştir. Diyelim ki siz tüm Türkiye’de deprem kuşaklarında yerleşim alanlarını deprem güvenli hale getirmeye çalışırsanız; çok disiplinli, belirli bütçelerle, aralıksız çalıştığınız zaman bile herhalde 20-30 seneden önce dönüştüremezsiniz…"
'Bizim halkımız üzülerek söylüyorum bu konuda bilinçsiz'
Halkın depremden korktuğunu söyleyen Görür, "Halk, depremden korkuyor. Deprem olduğunda sokağa çıkıyor. Birileri bir şeyler söylüyor. İki gün bekliyor, valilik evlerinize girebilirsiniz diyor, göstermelik kontroller yapılıyor, halk bir daha eve giriyor. 3-5 ay deprem olmazsa halkın kafasında da bitiyor. Halk, depremde zamanın önemli olmadığını, bugün kendisi olmazsa torununun gün geldiğinde o deprem güvensiz binalarda can verebileceğini unutmamalı. Kendine bir şey olmuyor diye, neslinin hayatını umursamazlık etmemeli. Bizim halkımız, üzülerek söylüyorum, bu konuda bilinçsiz. Çok açık, matematiksel konuşuyorum: Türkiye’de 1999’dan bu yana en az 4-5 seçim oldu. 1999’da bir gecede, 55 saniyede 20 bin insanı gömdük. Ben hiçbir zaman kendi milletimin meydanlarda pankart taşıyıp da 'Depremde ölmek istemiyoruz', 'Deprem kader değildir' diye siyasileri zorladığını görmedim. Zaten halk işi ciddiye alsa, siyasetçi de almak zorunda kalır. Aksi halde oy alamaz. Hiçbir seçimde, hemen hiçbir parti ciddi olarak depremi ön plana çıkartmadı. Üstelik bir kılıf buldular, 'Sevimsiz bir konu, bunu meydanlarda konuşmak iyi olmazmış.' Böyle saçmalık olur mu, insanların can güvenliği yokken, halkı hiç ilgilendirmeyen gündemleri meydanlarda bağırıp çağırıp söylemenin ne anlamı var?" diye konuştu.
'Dünyadaki bütün örgütlerin gündeminde İstanbul’un beklediği deprem var'
Ayasofya'nın ibadet açılıp açılmama tartışmasına tepki gösteren Görür, açıklamalarına şu sözlerle devam etti:
"Baya okumuş yazmış adamlar, oturuyorlar, Ayasofya ibadete açılsın mı açılmasın mı onu tartışıyorlar. Hayatının en azından 20 yılını yoğun olarak deprem araştırmalarına vermiş biri olarak tuhafıma gidiyor. Açılsın, her şey olsun, ayrı, ama büyük bir deprem geliyor. Bunu ilan etmişiz, alarm vermişiz, dünyadaki bütün örgütlerin gündeminde İstanbul’un beklediği deprem var. Bütün devlet büyükleri İstanbul’a geldiğinde bunun farkında gelirler. Önlemleriyle gelirler. Bunu NATO da, BM de bilir. Çünkü uluslararası projelerle bu ortaya konuldu. Dünyanın birçok yerine gittik, konferanslar verdik, anlattık. Herkes biliyor. Alarm verilmiş, depremini bekleyen bir yerde ‘Ayasofya ibadete açılsın mı’ tartışmasını yapan insanların önce gelecek olan depremde “Ayasofya da dahil tarihi eserlerimiz ayakta kalır mı kalmaz mı” onu tartışmalarını istiyorum. Biz konunun içindeyiz, bilmiyoruz mesela. Bunlar gizli işler midir? Hiçbir yetkili çıkıp, halka 'Deprem geliyor, biz önlemlerimizi aldık, tarihi eserleri şu yöntemlerle deprem güvenilir hale getirdik' demiyor. Neden, gizli bir şey mi? Demek ki yapmadıkları için söylemiyorlar. Yaptıkları da göstermelik oluyor. Nitekim, bize 'Devlet dairelerinin, okulların tümü deprem güvenli hale geldi' dediler. Ne oldu? 5 küsurluk depremde 'güvenilir' dedikleri binaların çoğu haşat oldu. Minimum 7.3 deprem geliyor, şakası yok. İstanbul gibi yapı stokunun yüzde 60’ının zafiyet içinde olduğu bir yerde bunun sonuçları çok büyük olacak."
'2000'lerin başındaki gibi hareket etseydik, bugün İstanbul'da deprem korkusu çekmeyecektik'
Görür, "Yüzde 60 çok ciddi bir oran değil mi?" sorusuna da şu yanıtı verdi:
"Bunu anlatmak için daha ne yapalım? Bir bilim adamının isyanıyla bunu söylüyorum. Biz birilerine şirin gözükmek için bunları konuşmayacak mıyız? Kocaeli’de deprem oldu, 20 bin kişi öldü. Yarın İstanbul’da bunun kat be katı olursa, dönüp, '20 senedir bu adamlar bağırıyor, siz ne yapıyorsunuz' demezler mi? Bunun hesabını nasıl vereceksiniz? 'Allah’tan geldi, ne yapalım' diyemezsiniz. 2000’lerin başındaki gibi hareket etseydik, bugün İstanbul’da deprem korkusu çekmeyecektik. Hiçbir şey yapmadınız, yapmıyorsunuz da… Önümüzde Kobe örneği var. 10 yılda deprem güvenli hale getirdiler… Aynı büyüklükte deprem oldu, yıkılmadı. Çok şey yapılabilirdi… Bizimkiler 'Yapıyoruz' dediklerini de doğru bir mecrada yapmıyorlar."
'Tsunami Kanal İstanbul'u tarumar eder'
Kanal İstanbul'un depreme etkisine değinen Görür, şöyle devam etti:
"Kanal İstanbul ile ilgili bir kitap yazıldı. İBB basıyor, bugünlerde çıkar. Çok disiplinli bir kitap. Değişik bilim adamlarının bir araya gelerek yazdığı kitabın editörlerinden biri de benim. Bir kere depremden bağımsız Kanal İstanbul yapılmamalı. Jeolojik açıdan son derece sakıncalı, tehlikeli, İstanbul’un başında Demokles’in Kılıcı gibi problem çıkartacak, korku içinde yaşamamıza neden olacak bir proje. Bu kanalın güzergâhı özellikle Çekmece Gölü’nün kuzeyinde Sazlıdere’den başlayıp, Marmara’nın kıta sahanlığına açıldığı yere kadar olan bölge jeolojik olarak tam anlamıyla anormal tehlikeli ve riskli yerler. Deprem olmamasına rağmen kaymalar, heyelanlar oluyor. O bölgedeki arazi stabil değil, şu anda bile kayıyor. Depremde haşat olur buralar. İkincisi bu Kanal İstanbul’un Marmara’ya açıldığı kıta sahanlığında deniz araştırmalarında gördük. Bizden önce de arkadaşlarımız yaptıkları araştırmalarda canlı faylar olduğunu gördüler. Bu fayların boyutlarını tam olarak araştıramadık ama canlı oldukları kesin. Olası bir depremde bu faylar harekete geçmek suretiyle kanalın Küçükçekmece’ye kadar olan her yerini tarumar eder. Bundan kaçış yok. Heyelanlar, bu faylar tarafından aşırı tetiklenebilir. Kaldı ki büyük bir tsunami tehlikesi var. Tsunami bu kanala girdiği zaman, o sırada kanalın içinde gemi falan varsa onu da sürükler götürür ve bir yerlerde taşıdığı malzemelerle kanalı tıkadığı an orada bir barajlanma olur. Bütün kanalın etrafını deniz basar. Bir daha da orayı kurtaramazsın."
'Kanal İstanbul’un yapılmaması gerekir'
Kanal İstanbul'un deprem riskini de artıracağını söyleyen Görür, "Bakın 'deprem olmayı arttırır' demiyorum, riskini arttırır. Deprem olduğu zaman olabilecek zararın hesabıdır risk. Deprem olduğu zaman bizler nerede yangın, göçük, göçük altında insan varsa, açsa, susuzsa koşup yardım etmek isteriz. Sen kanalı oraya yapmaya kalktığında İstanbul’u adalara ayrıştırıyorsun. Adaya yardım götürmek başka, karaya başka. Deprem olduğunda, orada yaptığın köprüler işe yaramadığı zaman veya trafik tıkandığında göçük altında bekleyen insanlara ulaşamazsın. Afet yönetimini zorlaştırıyor. Kanal demek orada 300-500 bin bina daha yapılması demek. Deprem bekleyen yerde yapılmaması gereken en önemli şey nüfus yoğunluğunu arttırmaktır. Ne kadar insan fazlalaşırsa, o kadar ölüm olacak demektir. Kanal İstanbul’un yapılmaması gerekir" diye konuştu.
'İBB'nin yayınladığı deprem raporu var, ben olsaydım yayınlamazdım'
Prof. Dr. Görür, "Minimum 7.2 şiddetinde bir deprem olursa İstanbul nasıl bir hal alır?" sorusuna ise şu yanıtı verdi:
"Endişemiz o işte. Mesela İBB’nin yayınladığı deprem raporu var. Ben olsaydım yayınlamazdım. Kaldı ki ben de İBB’nin bilim kurulu üyesiyim. Ama biz seçilmeden bu yayınlanmış oldu. Çok iyimser arkadaşlarımız tarafından yapılmış olmalı. İnşallah onlar haklı çıkar, ben haksız çıkarım ama onların dediği gibi olmayacağından eminim. Basit bir hesap: 1 milyon 600 bin bina var. İstanbul’da bütün ölümlü vakaları gel yüzde 1’e indirelim. Yüzde 99’unda insanların burnu kanamasın. 16 bin bina yapar. Her bina 4 katlı olsun, 64 bin kat demektir. Her kata iki daire koy 128 bin daire… Her daireye 4 kişi koy, 400 binleri geçiyor mu? Yüzde 1 fazla oldu hocam de, gel bunu yüzde 0.25’e indirelim… 100 bin… Bu rapora bakarsan bütün İstanbul’da can kaybı 14 bin oluyor. Doğru değil."