İYİ Parti Lideri Dervişoğlu: İktidar çok tehlikeli bir oyun içinde
İYİ Parti lideri Dervişoğlu, partisinin grup toplantısında iktidara sert eleştirilerde bulundu.
İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, partisinin grup toplantısında gündemdeki konulara ilişkin açıklamalarda bulundu. Bolu Kartalkaya’da Grand Kartal Otel’de meydana gelen yangın faciasına dikkat çeken Dervişoğlu, olayın detaylarının titizlikle incelenmesi gerektiğini vurguladı. Ayrıca, muhalefete yönelik gözaltı ve tutuklamalara da değinerek, bu tür uygulamaların demokratik sürece zarar verdiğini ifade etti.
Dervişoğlu, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin grup toplantısındaki “15 Temmuz’dan ders almayanlara sesleniyorum; yüreğiniz yetiyorsa çıkın sokağa da görelim” sözlerine de sert tepki gösterdi. İktidarın toplumu kutuplaştırmaya çalıştığını savunan Dervişoğlu, “Milletimizi ‘Sokağa çıkarsanız yakarız’ diye tehdit ederken, sokağa çıksınlar diye de tahrik ediyorlar. Artık biliyoruz, kaos peşindeler. Kaosu yaratanlar, o kaosun altında kalmaya mahkumdur” ifadelerini kullandı.
Dervişoğlu, açıklamaları şu şekilde:
"Malumunuz üzere tam 78 vatandaşımız Bolu Kartalkaya’daki otel yangınında can verdiler. ‘Yine’ önlenebilir, bir olayda hayatlarını kaybettiler. Üstelik 36 tanesi çocuktu… Daha bir hafta önce karnelerini almış ve sadece şubat tatili yapmak isteyen 36 çocuğumuz, hayatlarının baharında kaybolup gittiler. Yenidoğan bebeklerini hastanede koruyamayan bu kahrolası düzen karne hediyesine kavuşmuş, belki o tatili yapabildiği için şanslı diyebileceğimiz bir avuç evladımızı da koruyamadı. Garibanına gün yüzü göstermedi, yüzü güler gibi olana dahi tebessümünü tamamlatmadı. Pazartesi günü sabah okula gideceklerdi, şimdi kara toprağın altına girdiler. Yöneticilerin ihmallerinden kaynaklanan hiçbir ölüm, toplumun hassas olduğu duygular istismar edilerek geçiştirilemez. 2002 sonrasında yönetimin ihmali, denetim eksikliği ya da kayırmacılığından kaynaklanan ve kader, fıtrat denilerek üstü örtülen ölüm sayısı yaklaşık 55 bin civarındadır. Bu sayıya deprem felaketlerinde hayatını kaybedenler dahil değildir. İstisnasız herkesin kabul ettiği üzere insan en değerli varlıktır ve devlet yönetiminde öncelik, yaşam hakkıdır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin 3'üncü, Siyasi ve Medeni Haklar Uluslararası Sözleşmesi'nin 6'ncı maddesinde yer alan yaşam hakkının korunamaması, devlet vasfının ortadan kalkması anlamına gelir. Ne yazık ki ülkemizde yaşanan tam da budur.
'TURİZM BAKANI ERSOY TURİZMİN BAŞINDAKİ
KAYYUMDUR'
Devletin en tepesindeki şahıstan, bakanlarına, bakan yardımcılarına
ve diğer yönetici pozisyonlarına kadar neredeyse hepsinin açık ya
da örtülü şekilde holding patronu olduğu bir düzende yaşıyoruz.
İhaleye çıkmak için sorumluluk yarışına giren oturdukları koltuğu
Erdoğan’ın verdiği ‘tımar’ zanneden, sıra görev sorumluluğuna
geldiği zaman sırra kadem basanların düzeninde yaşıyoruz. Bu
isimlerin en bilineni, Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy. Kendi
atadığı bürokratlara, kendi işletmelerini denetleten, kendi
otellerine, istediği kıyı şeridinden arsa tahsis ettiren,
Türkiye’yi ucuz turizm cenneti haline getirerek, Türkiye’nin kültür
ve turizm potansiyelini yok eden zattır kendileri. Adeta Erdoğan’ın
kayyum rejiminin bir özetidir. O da turizmin başındaki kayyumdur.
Bu kimseler, tıpkı genel başkanları gibi aldıkları ya da
almadıkları kararlarla, hayatlarımız üzerinde sonsuz yetki sahibi.
Dertlerimize karşı ise mutlak sorumsuzdurlar. Her biri, iç
işlerinde serbest, dış işlerinde saray kayyumuna bağlı şirket
patronlarıdır. Ama burada bir püf noktası vardır: Bakanlıkları ve
bakanlıklarının görev alanındaki kamu hizmetini, basiretli bir
tacir gibi, bir şirket gibi bile yönetmezler. Yetkilerini ve görev
sahalarını, kendileri için ikballeri için ve saray kayyumunun nam
ve şahsı için bir şirket sermayesi olarak kullanırlar. O yüzden,
Türkiye’de devlet idaresi, kar peşinde koşan bir şirket bile
değildir. Mesele, bütün Türkiye’nin kaynaklarıyla, insanlarıyla bu
harami düzeninin devamı için bir şirket sermayesi gibi
kullanılmasıdır. Kiralanması, rehin edilmesi, ipoteğe konulması,
satılması, üzerinde inşaat yapılması, değiş tokuş edilebilmesi
bundandır. Elbette sadece arsa olarak gördükleri vatan toprağından
bahsetmiyorum. Pul kadar bile değer vermedikleri, maraba saydıkları
Türk vatandaşlarından, bizden, hepimizden bahsediyorum…
'TÜM TEFERRUATLAR DA EMİN OLUN BİR GÜN O SARAYDA
TOPLANIR'
Bu kürsüden aylardır bu iktidarın Türk milletine karşı bir kalkışma
içerisinde olduğunu haykırıyorum. Bu kalkışma, kişilerle ilgili
değil, milletin bütünüyle ilgilidir. Büyük Türk milletine karşı
dört bir koldan giriştikleri kalkışmayı kişilere münferiden açılmış
savaş üzerinden okumak, kişilerle milleti eşitlemek, meseleleri
kişiselleştirmek anlamına gelir. Tıpkı devleti şahsı, milleti
tebası gören zat-ı muhteremin yaptığı gibi. Mesele sadece
gözaltılar, tutuklamalar, malum mahkeme kararları da değildir.
Mesele siyasilerin üzerindeki yargı sopası da değildir. Hatta
mesele sadece İmralı canisiyle giriştikleri alçak yeni ittifak da
değildir. Mesele iktidardakilerin, iktidarda kalmak uğruna her şeyi
ama her şeyi göze almaları, sarayın saltanatı için, tek adamın ömür
boyu başkanlığı için 85 milyonu sefalet içinde bırakmalarıdır. Tüm
bu yaşadıklarımız bu amaca ulaşmak için onların kullandığı
enstrüman ve argümandır. Çünkü ortada bir saray varsa, saraydan
gerisi teferruattır. Tüm teferruatlar da emin olun bir gün o
sarayda toplanır. Onların vatan dedikleri saraydır, bayrakları
saraydır, siyasi namusları bile saraydır. Gerisi, herkes ve her şey
teferruattır. Dedim ya her teferruat sarayda toplanır. Millete
gelecek olursak, ölmüşüz, tutuklanmışız, mahpus damındaymışız,
işsizmişiz, hastaymışız, yoksulmuşuz, yoksunmuşuz... Hepimiz Saray
için ancak birer sayıdan ibaretiz.
'HABER YAPAN GAZETECİLERİN ZULMÜ UĞRADIĞINA ŞAHİT
OLDUK'
Burada başkalarının başına gelen, senin de uzaktan okuduğun 3.sayfa
haberlerinden bahsetmiyorum. Hepimizden ve hepimizin sefaletinden
bahsediyorum. Oysa yabancısı değildik, biz bunları biliyorduk.
Demokrasiyi, istedikleri durakta inecekleri tramvay diye tarif
etmelerinden biliyorduk. Muhalefetteyken bile
tahammülsüzlüklerinden, iktidara geldiklerindeki kibirlerinden
biliyorduk. Sadece Cumhuriyetimize değil, 200 yıla yaklaşan
demokrasi birikimimizin kahramanlarına hakaretlerinden biliyorduk.
Anayasayı tanımamalarından, Anayasa Mahkemesi kararlarını yok
saymalarından biliyorduk. İktidar ve ikballeri için, aziz
milletimizin varı yoğu devletini, FETÖ’cülere peşkeş çekmelerinden
biliyorduk. Aynı zarftaki üç oyu geçerli, bir oyu geçersiz
saymalarından biliyorduk. Mühürsüz zarfları geçerli saymalarından
biliyorduk. Tek adam rejimiyle, asil bir milletin kaderini, bir
kişinin iki dudağı arasına hapsetmelerinden biliyorduk. Nelere
şahit olduk hatırlayın. Haber yapan gazetecilerin zulmü uğradığına
şahit olduk. Şanlı ordumuzun subaylarının boğazlandığı hukuk
kumpaslarına şahit olduk. Siyaset yapan siyasetçilerin demir
parmaklıkların ardına atıldığına şahit olduk. Neler gördük
neler.
'GİDİYORLAR VE BU GERÇEĞİ GÖRDÜLER'
Demokrasiyi, kendilerini onaylamak zanneden bu gözü dönmüşlük,
maalesef artık gemi iyice azıya aldı. Şimdi çok tehlikeli bir oyun
oynuyorlar. Milletimizi 'Sokağa çıkarsanız yakarız' diye tehdit
ederken, sokağa çıksınlar diye de tahrik ediyorlar. Artık
biliyoruz, kaos peşindeler. Buradan hatırlatıyorum, siyaset tarihi
göstermiştir ki, kaosu yaratanlar, o kaosun altında kalmaya
mahkumdur. Öz milletine illet-zillet diyebilecek kadar gözü
kararmış bir kibri buradan uyarıyorum; büyük Türk milletinin
ferasetini unuttunuz. Bunun siyasi faturası sizin için çok ağır
olacak. O feraset ki milleti, milletin değerlerini, devletin
kurumlarını, demokrasiyi, adaleti yerle yeksan eden bu nobran
iktidarı, tarihin çöplüğüne gönderecek kadar da güçlüdür. Sanat
yaptığı için sanatçıya, haber yaptığı için gazeteciye, siyaset
yaptığı için siyasetçiye reva gördükleri zulmün tek bir izahı var;
Gidiyorlar ve bu gerçeği gördüler. Geleceklerini kurtarmak adına,
siyasallaştırdıkları yargıyı, kendi ikbal ve istikballerinin kölesi
haline getirenler, yaptıkları işin, hangi sonuçları beraberinde
getireceğini unutmasınlar.'
'ADALETLE BAĞDAŞMAYAN BU DÜZENİN SOPASI OLMAYI
REDDEDİN'
Son dönemlerdeki yargılamaları ve tutuklamaları, bu egemenlik
zemininde yapanlar, Türkiye’nin cumhuriyet ile yönetildiğini ve
herkesin kanun önünde eşit olduğunu akıldan uzak tutmasınlar.
Türkiye’de siyasi köle yoktur. Demokratik hak ve hürriyetlere
sahip, onurlu insanlar vardır. Buradan, yürütmenin ve yargının
harabeye dönmüş yapısı içerisinde, halen nefes alan, kıyıda köşede
de olsa, halen görevlerine devam edenlere, yahut susarak bu
karabasanın geçmesini bekleyenlere, kısaca ehli namus ve ehli vatan
çoğunluk Türk evlatlarına sesleniyorum: Her neredeyseniz,
yerinizden çıkınız, kafalarınızı artık kaldırınız. Bugün
vicdanınızın almadığı bu vicdansızlık düzenine, bugün namusunuzun
müsaade etmediği bu namussuzluk düzenine, bugün aklınızın kabul
etmediği bu akıl dışı yağma düzenine, susarak veya saklanarak daha
fazla direnemezsiniz. Ya çarka girip yok olacaksınız ya da o çarka
çomak sokacaksınız. Bilin ki sizler, 7 düvelin çarkına çomak sokan
kahramanların evlatlarısınız. Cüzdanınızda taşıdığınız kartların
üzerinde yazan ‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ ibaresi kendi
milletine meydan okuyanların değil, dünyaya meydan okuyanların
kurduğu devletin adıdır. Kanunsuz emirleri reddedin. Buradan size
sesleniyorum sonuna kadar arkanızda olacağım.
'12 SENE ÖNCE KARŞILARINDA MİLYONLAR BU SEBEPLE
DİKİLDİ'
Bugüne kadar ölenlerimiz öldükleriyle kaldılar. Geride kalanlar,
kaybettikleriyle kaldılar. Millet kendini, sessiz, yalnız ve
çaresiz hissetsin diye her seferinde daha da şiddetlenen
darbelerini milletin üzerinden hiç sakınmadılar. Bugüne kadar, bu
vatan toprağında nerede ulu bir ağaç gördüler, onu kestiler. Nerede
bir sakin göl buldular, onu kuruttular. Nerede orman buldular, onu
yaktılar. Bir avuç çayır bırakmadılar, betona gömdüler. İşlerine
gelmeyen her fikre ‘terör’ dediler. Haksızlığa ses çıkartan kim
varsa, susturdular. Zulme uğrayan her kim varsa, bir tekme daha
vurdular. Bundan 12 sene önce o parka göz diktikleri zaman
karşılarında milyonlar bu sebeple dikildi. Halen karınlarına giren
ağrının sebebi orada hep milletin bir arada olmasıydı,
konuşabilmesiydi, haykırabilmesiydi. Dindarı, seküleri, sağcısı,
solcusu, işçisi, genci, yaşlısı... Herkes Cumhuriyet için oradaydı.
Bunların talanlarına, yalanlarına, utanmazlıklarına hep birlikte
hayır demek için oradaydı. Bu yüzden onu hiç unutmadılar. Ne zaman
yeni bir telaş içerisine girseler, ne zaman çaldıkları minare,
kılıfa sığmasa, ne zaman şapkalarından çıkartacakları barış
güvercini terörist başı olsa, akıllarına müflis tüccarın ilk
yapacağı şey geliyor yani eski defterleri açıyorlar.
'UTANMAZLIKTAN ALDIKLARI CÜRETLE ÇİFTE VERGİLER
ALDILAR'
En büyük korkuları konuşan ve tepki veren millet olduğu için bunun
bir tezahürü olan Gezi’yi hiç unutmayanlar, peşini bırakmayanlar,
Sinan Ateş’in kanının yerde bıraktılar. Azmettiricilerini
takipsizlikle ödüllendirdiler. Sıla bebeğimizi, Narin kızımızı
mezara koydular. Katledilen yüzlerce kadının katillerini sokaklara
bıraktılar. 53 binden fazla insanımız öldü depremde geride
kalanlar, kimsesizlikleriyle kaldılar. Cumhurbaşkanı diye bildiği
kişiye, ‘halen evsizim’ diyerek çaresizlikle yakaran vatandaşı,
suçlu ilan edenler iktidarda kaldılar. Yüzbinlerce dönüm orman,
milyonlarca ağacımız yanıp gitti kimse üzerine alınmadı. O yanan
arazilere çökenler, ceplerini doldurduklarıyla kaldılar. Enflasyonu
kısa kısa yüzde 44 açıklayıp, memura işçiye emekliye yüzde 15
enflasyon farkını zar zor sadaka diye verenler. Utanmadan iktidarda
kaldılar. Utanmazlıktan aldıkları cüretle çifte vergiler aldılar,
durmadılar. Şimdi de bin liralık elektrik faturasını iki bin liraya
yuvarlayıp üstüne kamu hizmetine kuver yazdılar.
'MESELE TÜRK MİLLETİNİN ŞAHSİYETİ
MESELESİDİR'
Bugün Ekrem İmamoğlu’na iddianame, Hüseyin Baş’a denetimli
serbestlik, Ümit Özdağ’a tutuklama kararı yazan, Müsavat
Dervişoğlu’na yazılmış tehdit mektuplarını okuyan bu düzen, dün
Ergenekon’da şerefli Türk subaylarına ihtilallerde bu ülkenin
aydınlarına, genç umutlarına yaptığı gibi eğer bu devrana dur
demezsek, yarınlarda hepimizi ihanet senaryolarına kurban
edecektir. Bu yüzden mesele şahıslar meselesi değil Türk milletinin
şahsiyeti meselesidir. İnşa edip kutsadıkları bu düzende, kimin ne
olduğunun önemi yoktur. Bu rejimin meşruiyeti tartışmalıdır. Darbe
dönemlerine rahmet okutacak, sıkıyönetim uygulamalarını aratacak,
örtülü bir istibdat yönetimiyle karşı karşıyayız. Bu gayrimeşruluğu
da en zavallıca ve alçakça yöntemlerle, her gün Nazi
propagandalarına taş çıkartırcasına, bizlere ‘yerli ve milli’ diye
sunabilmektedirler. Stalin’in talimatnamelerine taş çıkartırcasına,
her gün başka bir kararla bir yerlere çökmelerini vesile oluyor.
Bunu bizlere ‘Yeni Türkiye’ diye satabilmektedirler."