31 Mart’ta yapılan yerel seçimleri değerlendiren eski Başbakan Ahmet Davutoğlu gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.
Tarihi bir sürecin içinden geçildiğini belirten Davutoğlu, “Zamanın ruhu tarihi akışın ivme kazanmış olmasıdır. Önümüzdeki dönemde temel farklılaşma zamanın ruhunu kavrayarak bu ivmeyi yönetenler ile zamanın ruhundan koparak bu akışın içinde sürüklenenler arasında ortaya çıkacaktır” ifadelerini kullandı
Davutoğlu, son dönemde ulusal, bölgesel ve uluslararası düzlemlerde yaşanan krizlerin tarihin rahmindeki doğum sancıları olduğunu belirtti.
AK Parti’nin kurulduğu yıllara değinen Davutoğlu, “Partimizin zamanın ruhunu ve milletin değerlerini kavrayan bir vizyonla iktidara gelmesi ile birlikte özgüvenimizi tahkim eden bir demokratikleşme, yükselen bir ekonomik kalkınma grafiği ve dünyanın her köşesine yayılan bir uluslararası etkinlik kazanan ülkemiz tarihi akışın ivmesini yakalayan bir performans göstermişti” açıklamasını yaptı.
Davutoğlu, “Ancak, 2013 yılında Gezi olayları ile başlayan, 17/25 Aralık komploları ile devam eden, çukur eylemleri ile tehlikeli boyutlara ulaşan ve nihayet 15 Temmuz hain darbe girişimi ile zirveye çıkan iç gerilimler ülkemizi vizyoner ve atılımcı pozisyondan reaksiyoner ve savunmacı bir pozisyona sürüklemiştir” diye söyledi.
Bütün bu süreci yönetebilecek yegane siyasi aktörün AK Parti olduğunu ifade eden Davutoğlu, “Partimizin de bu komplo süreçlerinde öncü rol oynamış bazı odakların milli iradeyi hiçe sayan tahrik ve manipülasyonları ile enerjisini kendi içinde tüketmeye başlaması hem iç ahengimizi sarsmış hem de vizyon üretme ve uygulama kapasitemizi daraltmıştır” dedi
Bugün kritik bir tarihi eşikte bulunulduğunu belirten Davutoğlu’nun açıklamaları şöyle;
“Son üç yıl içinde yaşanılan kritik süreçlerde ülkemiz ve partimizle ilgili değerlendirmelerimi ve endişelerimi Sayın Cumhurbaşkanımıza doğrudan sözlü ve yazılı olarak iletmiş, ancak farklı çevreler tarafından art niyetli tartışmalara gerekçe kılınmaması adına kamuoyu ile paylaşmamayı tercih etmiştim.
31 Mart seçimleri ve ardından yaşananlar ile birlikte ortaya çıkan toplumsal ve siyasal tablo partimizin ve ülkemizin geleceği ile ilgili kamuoyuna açık, şeffaf ve sağduyulu bir muhasebenin yapılmasını gerekli kılmıştır.
AK Parti’nin 2. Genel Başkanı ve ülkemizin halk tarafından seçilmiş son Başbakanı olarak bu sorumluluk bilinci ile TBMM’mizin kuruluşunun 99. Yıldönümü arifesinde görüşlerimi aziz milletimizle paylaşmayı kaçınılmaz bir görev addediyorum.
“31 Mart seçimleri önemli mesajlar vermiştir”
31 Mart seçimleri basiret ve sağduyuyla incelememiz gereken önemli sonuçlar doğurmuş, dikkate almamız gereken önemli mesajlar vermiştir. Partimizin ve ülkemizin geleceği için bu mesajların doğru anlaşılması ve gereğinin yapılması büyük bir önem arz etmektedir. Milletimizin tercihlerindeki değişikliklerden gerekli mesajlar çıkarılmaz, atılması gereken adımlar kararlılıkla atılmaz ise hem AK Parti olarak bizleri hem de ülkemizi zor bir dönem beklemektedir.
Bu çerçevede, başta hareketimizin kitleselleşerek iktidara yürümesinin önemli sembolleri olan ve çeyrek asırdır kadrolarımızın yönetiminde bulunan İstanbul ve Ankara büyükşehir belediye başkanlıklarında alınan sonuç olmak üzere, partimizin toplumsal desteğinde görülen azalma gerçeğiyle yüzleşmek ve bunu sağduyulu bir şekilde değerlendirmek durumundayız.
“Bu kısır çekişmelere kurban edilmemelidir”
Her şeyden önce tekrar hatırlamak zorundayız ki AK Parti konjonktürel siyasi şartlarda ortaya çıkmış nevzuhur bir siyasi oluşum değildir.
Aksine, nesillerin birbirine aktararak getirdiği alın ve zihin terinin, zor şartları aşa aşa oluşan anonim bir birikimin milletle ve tarihle buluşmasının eseridir. Bu nedenledir ki varoluş gerekçesi ve geleceği herhangi bir faninin, sınırlı bir toplumsal kesimin, bir ekonomik çıkar grubunun hatta tek bir neslin kaderine, tercihlerine ve takdirine bağlı değildir ve olmamalıdır.
Geriye doğru derinliğine gidildiğinde geçmiş nesillerin emeği, ileriye doğru bakıldığında gelecek nesillerin umutları üzerinde yükselen bu hareket ikbal hesaplarına, gittikçe kabaran egolara ve kısır çekişmelere kurban edilmemelidir.
“İsimsiz kahramanlara çok şey borçluyuz”
Hepimiz partimizin yükseldiği zemini tahkim eden geçmiş nesillere ve bugününü omuzlarda taşıyan isimsiz kahramanlara çok şey borçluyuz. Genel Başkan olarak yürüttüğüm 7 Haziran ve 1 Kasım 2015’teki iki genel seçim kampanyasında bu isimsiz kahramanların vefakar yüzlerinde bu büyük mirasın derinliğini görme şerefine nail olmuştum. Şu an bile yağmur altında coşkulu bir şekilde saatlerce meydanı dolduran İzmir Bergamalı kadınlar, Sur’da hain terör örgütünün kazdığı çukurlara karşı verdiğimiz mücadele sürerken Ulu Cami önünde beni bir miting kalabalığı ile karşılayıp kucaklayan yiğit Diyarbakırlılar, Sancaktepe’de mitingimizde ellerini göğe doğru kaldırarak dua eden yaşlı İstanbullu amcalar, bir gece karanlığında Karadeniz’in coşkusunu meydana taşıyan muhabbet yüklü Trabzonlular ve beni 7 Haziran’daki hüzünde de 1 Kasım’daki coşkuda da vakarla Ankara’ya uğurlayan aziz Konyalılar ve 81 ilde beni kucaklayan ülkemin vefakar insanları gözlerimin önündedir.
“Elde edilen her başarıyı teşkilatlarımıza borçluyuz”
Elde edilen her başarıyı, makamı ve mevkiyi hasbi fedakarlıklarla önümüzü açmak için her türlü çileye katlanan geçmiş nesillere, her seçimde cansiperane çalışan bu isimsiz kahramanlara ve onları heyecanla örgütleyen teşkilatlarımıza borçluyuz. Bu satırları yazarken dahi bu borçluluk duygusundan kaynaklanan ağır sorumluluğun yükünü omuzlarımda hissediyorum. Bu bağlamda partimizin ve ülkemizin geleceği ile ilgili tespitlerimi milletimizin derin vicdanına arz ediyorum.
“Partileri başat aktör yapan 5 unsur var”
Siyasi hareketleri ve partileri tarih sahnesinde başat aktör kılan beş temel unsur vardır;
1)Kendi içinde tutarlı bir ilkeler ve değerler manzumesi, (2) bu değerler manzumesinin ruhu ile uyumlu bir söylem, (3) toplumun her kesimine açık bir sosyal ilişkiler ağı, (4) bu ağı etkin bir şekilde yöneten sağlam bir teşkilat yapısı ve (5) zamanın ruhuna uygun politikalar geliştirilebilmesini sağlayan özgür düşünce ve ortak akıl.
“Savrulma ve dağınıklık bu zaafiyetin yansımasıdır”
Partimizi siyasi tarihimizdeki diğer partilerden ayırt eden ve uzun iktidar dönemlerimize zemin oluşturan sır bu temel özelliklerde gizlidir. Ancak son yıllarda yaşananlar bu temel özelliklerde ciddi bir zaafiyetin yaygınlaşmakta olduğunu ortaya koymuştur. Son olarak mahalli seçim sürecinde ve sonrasında her açıdan gözlenen savrulma ve dağınıklık aslında bu zaafiyetin yansımalarıdır.
“Söylemde ve eylemde yaşanan sapmalar toplumsal vicdan ile buluşulmasını engelliyor”
Öncelikle siyasi ahlakın temelini dokuyan ilkeler ve değerler konusunda söylemde ve eylemde yaşanan sapmalar toplumsal vicdan ile buluşulmasını engelleyen en önemli bariyerdir.
Ben-merkezci kibirli bir dil ile tevazudan kopuş, mahviyet vurgusu yaparken en küçük birimlerdeki siyasilerin bile adlarını sokaklara, okullara ve binalara verme yarışı içine girmeleri, sürekli görünür ve bilinir olma dürtüsüyle gündeme gelmek için her türlü çabanın gösterilmesi, kullanılan dil ile sergilenen tavır arasındaki uçurumun alabildiğine açılması, kutsal değerlerimizin siyasi çıkarlar uğruna hoyratça kullanılması, alınan görevlerin kişiye has olduğu unutularak bütün bir aile ve çevrenin etki kurma çabaları, siyasi rakip görülen kişilerin yıpratılması için sosyal medya operasyonları dahil her türlü iftiranın yaygınlık kazanması, bir ömrünü bu davaya adamış ve ortak mücadele vermiş insanların toplumsal itibarlarının yok edilmesine dönük ithamlara sessiz kalınarak dolaylı destek verilmesi ve geçmişte en önemli değerimiz olarak gördüğümüz vefa duygusunun ciddi şekilde zedelenmesi üzerinde açık yüreklilikle düşünülmesi gereken hususlardır.
“Savrulma siyasi söylemimizi de doğrudan etkilemiştir”
Temel değerler ve ilkeler düzeyinde yaşanan savrulma siyasi söylemimizi de doğrudan etkilemiştir. Son yıllarda partimizin insan-odaklı, insan haklarına dayalı, özgürlükçü, reformcu, kuşatıcı, kendinden ve geleceğinden emin siyasi söyleminin yerini devletçi, güvenlikçi, statükocu ve salt beka endişelerine dayalı bir söylem almıştır.
“İnsanı ikincil konuma indirgeyen devlet baki olamaz”
Devlet milleti oluşturan insanların ortak iradesinin tecessüm etmiş halidir ve o irade olmadıkça varlığını sürdüremez. Devlet bizim dışımızda var olan değil, toplumu oluşturan bireylerin iradesiyle var olan bir siyasi organizma ve toplumdan meşruiyet aldığı ölçüde kalıcı olabilecek bir idari mekanizmadır. Şeyh Edebali’nin ilkesini yeniden yorumlayarak diyebiliriz ki insanı, onun temel haklarını ihmal eden veya ikincil konuma indirgeyen hiç bir devlet baki olamaz.
“İç Anadolu ve Karadeniz’e doğru daralmaktayız”
Partimizi Türkiye’nin her yerinde birinci parti kılan toplumsal kapsayıcılık ve ilişkiler ağında da ciddi bir daralma yaşandığı gözlenmektedir. Son seçimlerde alınan neticeler Cumhur İttifakı olarak dahi sahil kesimlerinden koparak İç Anadolu ve Karadeniz’e doğru daralan bir siyasal etkinlik alanına sıkışmakta olduğumuzu göstermektedir. İç Anadolu’da ise ittifak-içi dengenin partimiz aleyhine değişmekte olduğu bir vakıadır. Bu coğrafi ve toplumsal destek daralmasının gerek söylem gerekse eylem düzeyindeki sebepleri üzerinde titizlikle durulmazsa bu daralma bir siyasi kıskaca dönüşecektir.
“Teşkilatlarımız metal yorgunluğu gibi ifadelerle küstürüldü”
Bu toplumsal destek daralmasını durduracak en önemli faktör bulundukları sosyal doku ile kaynaşmış ve kritik süreçlerde dinamik bir rol üstlenmeye hazır bir teşkilatın varlığıdır. Ancak son dönemde 15 Temmuz’daki milli direnişe bedenlerini ortaya koyarak öncülük eden il başkanlarımızın ve teşkilatlarımızın metal yorgunluğu gibi muğlak ifadelerle küstürülerek devre dışı bırakılması teşkilatlarımızın derin vicdanında ciddi bir yara açmıştır.
“Teşkilat kurumsallaşmasının özü sakatlanmıştır”
Daha da tehlikelisi, kendisini partimizin kurullarının üstünde gören ve adeta paralel bir yapı gibi partiyi yönetmeye çalışan bir odağın ortaya çıkması ve partinin seçilmiş yetkililerini ve kurullarını devre dışı bırakmaya kalkışması teşkilat kurumsallaşmasının özünü sakatlamıştır.
Teşkilatlarımızda son iki seçimde gözlenen heyecansızlık biraz da daha önce büyük fedakarlık gösteren teşkilat unsurlarına yapılan vefasızlık dolayısıyla yaşanan hayal kırıklığının eseridir.
Öte yandan, genel ve yerel seçimlerle halktan doğrudan yönetme yetkisi almış kişilerin parti kurullarında ve belediye meclislerinde atılan adımlarla önce yetkilerinin daraltılması sonra da doğrudan veya dolaylı itham ve baskılarla görevden ayrılmak zorunda kalmış olmaları siyasetin kurumsallaşmasına zarar verdiği gibi milli iradenin üstünlüğü ilkesine ve partimizin sosyal doku ile irtibatına da ciddi darbe vurmuştur.
“Ortak aklın işletilmesine imkân veren mekanizma devren çıkmıştır”
Partimizin en önemli kurucu ilkelerinin başında ortak akıl arayışı gelmektedir. Partimiz, kurumsal istişare mekanizmaları ve ortak akıl arayışı sayesinde birçok çetin krizi aşarak milletimizin teveccühüne mazhar olmuştur. Ancak, maalesef son dönemlerde, ortak aklın işletilmesine imkân veren AK Parti kurulları ve istişare mekanizmaları ya tamamen devreden çıkmış ya da tek bir görüşün onay makamı haline gelerek işlevini yitirmiştir. Bu çerçevede, partimizin kurumsal yapısı, teşkilatlarımızdan gelen önerilerin siyasete yansıtıldığı gerçek işlevine yeniden kavuşturulmalıdır.
“Partimiz, çıkarcı bir çevrenin ikbal kaygılarına terk edilemez”
Milletin gözyaşı, emeği, aklı ve yüreği ile kurulan partimiz ve ülkemiz, hırslarına esir düşmüş dar ve çıkarcı bir çevrenin ikbal kaygılarına terk edilemez. Bu çerçevede, vakit kaybetmeden, partimizin kurumsal yapısı güçlendirilmeli, istişare ve ortak akıl mekanizmaları etkin bir şekilde çalıştırılmalı, teşkilatlarımız asli niteliğine ve işlevine kavuşturulmalı ve milletimizle olan bağımız tevazu temelinde yeniden inşa edilmelidir.
“İttifak siyaseti partimize zarar vermiştir”
Partimizin seçim sonuçları vesilesiyle yapacağı muhasebe ittifak siyasetini de içermelidir. Siyasi partiler arasında diyaloğun, yapıcı iş birliğinin ve karşılıklı anlayışın gelişmesi demokrasimiz ve milli birliğimiz açısından son derece önemlidir. Bu anlamda 15 Temmuz sonrası yaşanan Yeni Kapı ruhu ile tecessüm eden yakın diyalog ve iş birliği ortamı doğru olmuştur. Bununla birlikte seçim sonuçları, ittifak siyasetinin hem oy oranı hem de parti kimliği açısından partimize zarar verdiğini ortaya koymuştur. Partimiz, ittifak içi yarışta da ittifaklar arası yarışta da hedeflerine ulaşamamış, yönettiği birçok belediyeyi kaybetmiştir.
“Partimiz, ittifak siyasetini gözden geçirmelidir”
Ayrıca, ittifak siyaseti partimizi dar bir siyasi dile ve kimliğe hapsederek, ülkenin her bölgesini ve toplumun her kesimini kucaklayan özgün duruşumuza zarar vermiştir. Bu çerçevede, partimiz seçim sonuçlarını doğru analiz ederek ittifak siyasetini gözden geçirmelidir. Farklı siyasi partilerle ülkemizin ortak gündemi konusunda yakın işbirliği geliştirilirken, partimizin özgün siyasal kimliği ve felsefesi de korunmalıdır.
“Partimiz yenilenme ihtiyacı içindedir”
Özetle bugün partimiz her açıdan bir yenilenme ihtiyacı içindedir. Seçimsiz geçmesi beklenen dört yıl böylesi bir yenilenme ihtiyacı için gerekli zamanı sağlamaktadır.
Bu dönemde AK Parti kökten bir yenilenme süreci yaşarsa kaybettiği söylem ve politika dinamizmini yeniden kazanabilir. En önemlisi de hızla kaybetmekte olduğu moral üstünlüğü tekrar elde edebilir. Bu büyük tarihi mirasın ve emanetin fani kişiliklerimizden bağımsız olarak sahipsiz kalması beklenemez.
“Cumhurbaşkanlığı toplumu bir arada tutan değerleri yıpratmıştır”
Ülkemizin geleceği açısından bakıldığında ise, şu hususlardaki kanaatlerimi paylaşmayı gerekli görüyorum.
Cumhurbaşkanlığı sistemi ile birlikte gelen ittifak yapılanmaları beklenenin aksine siyasi yelpazedeki dağınıklığı gideremediği gibi siyasi kutupların oluşmasına ve toplumu bir arada tutan ortak değerlerin yıpranmasına yol açmış görünmektedir. Seçim sürecinde ittifak yapılarının cepheleştirici karakterinden kaynaklanan sert söylemler siyasi kutuplaşmayı tehlikeli boyutlara taşıyarak, toplumsal barışımızı ve ortak aidiyet bilincimizi zedelemiştir.
“Yarışanlar düşman değil, siyasi rakiplerdir”
Seçimlerde yarışanlar düşmanlar değil, siyasi rakiplerdir. Kazanan ise sandıktan kim çıkarsa çıksın milletimiz ve demokrasimizdir. Bu sonuca saygı duymak da herkesten önce siyasilerin görevidir. Beka endişeleri demokrasiyi askıya alma heveslerinin gerekçesi olamaz. Aksine devletimizin bekasının temeli demokratik meşruiyettir.
Kılıçdaorğlu’na yapılan saldırı
Beka söylemi ile rakip partileri düşmanlaştırmanın, siyasi rekabeti aşan kutuplaşmaların nelere sebep olabileceğini ne yazık ki Ankara’da aslında hepimizi birleştirmesi gereken bir şehit cenazesinde gerçekleşen çirkin saldırıda yaşadık. Ana muhalefet liderine dönük bu saldırıyı bir kez daha kınıyor, herkesi demokratik düzen içinde hareket etmeye ve kutuplaştırıcı siyasi söylemlerden uzak durmaya davet ediyorum.
“Türkiye, 82 milyon vatandaşın sahiplenmesinin eseridir”
Milletlerin huzuru, devletlerin bekası ve toplumların düzeni için en temel unsur ortak aidiyet bilincidir. Hepimizin her an zihnimizde tutması gereken en temel gerçek şudur: Türkiye Cumhuriyeti, 82 milyon vatandaşın ortak iradesinin ve sahiplenmesinin eseridir. Dolayısıyla, insan onuru ile taçlandırılan Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı kimliği taşıyan hiç kimse hiç bir makam ve güç sahibi tarafından tahkir edilmemeli; inancı, cinsiyeti, engeli, dili, ırkı, siyasi düşüncesi, felsefi anlayışı ve hayat tarzı sebebiyle ayrımcılığa maruz bırakılmamalı, herhangi bir şekilde nefret söylemine muhatap kılınmamalıdır.
“Toplum düzeninin esası adalettir”
Bu ortak aidiyet bilincine dayalı toplumsal düzenin ilk erdemi ve esası adalettir. Sağlam bir adalet felsefesine dayanmayan hukuk yapısı ile insan hayatının, aklının, inancının, neslinin ve mülkünün teminat altına alınmadığı sosyal ve siyasal düzenler iç ve dış her türlü müdahaleye, saldırıya ve kaosa açık hale gelir. Hukuk güç biriktirme alanı değil, gücü denetleme ve ahlaki çizgiye getirme alanıdır. Yargının kontrol altına alınması çabası hangi gerekçeyle ve kim tarafından yapılırsa yapılsın en büyük suç olarak görülmelidir.
“Hakim ve savcı telkine maruz bırakılmamalıdır”
Yakın tarihimizde ülkemizin ve milletimizin geleceğini tehdit eden en hain girişimi 15 Temmuz gecesi durduran güç milletçe gösterdiğimiz onurlu direniştir; bu direnişi nihai zafere taşıyacak olan ise bu yargı sürecinde adalet terazisinin doğru işletilmesidir. Bir hakim ve savcı hüküm verirken ya da iddianame hazırlarken davanın mahiyeti ve nihai adalet ölçüsü dışında hiç bir kaygı taşımamalı ve hiç bir müdahale veya telkine maruz bırakılmamalıdır.
“‘Suçların şahsiliği’ ilkesi özenle korunmalıdır”
FETÖ ile tavizsiz verilmesi gereken mücadelede farklı kişilere farklı kriterler uygulanması, yürütülen mücadeleye zarar vermektedir. Bu konuda hukukun en temel ilkesi olan ‘suçların şahsiliği’ ilkesi özenle korunmalıdır. Bazı durumlarda, örgüt okullarında okumuş, kardeş ya da akrabaları örgütün ve darbe sürecinin önemli elemanları arasında olan kişilerin en üst düzey devlet görevlerine atanmasında sakınca görülmezken alt düzey bir memurun yakınlarından birinin yine alt düzey bir ilişkisi sebebiyle işten çıkarılması kamu vicdanında FETÖ ile mücadele konusunda soru işaretleri oluşturmaktadır.
Yorumlar