Prof. Dr. İlber Ortaylı, Atatürk’ün hayalindeki ülkenin nasıl olduğunun Hürriyet gazetesinden İpek Özbey’e anlattı.
Ortaylı ile yapılan röportaj şöyle:
“İlan edildiğinde cumhuriyetin halkta bir karşılığı var mıydı, yeni rejimin ne olduğu biliniyor muydu?
Cumhuriyet fikri biliniyordu. İyi yönde bilenler, “Çok isteriz” diye abartanlar, ‘kötülüklerin anası’ diye görüp, mutlak olarak karşı çıkanlar vardı. Cumhuriyete karşı çıkanlar “Bin yıllık saltanatımız, âdetlerimiz gidecek” diye düşünenler değil, “Bu zındıklık, Frenk icadı” diye bakanlardı. O zaman tabii bir garip fetva mekanizması işliyor, bu çok enteresan…
Ne diyor fetva makamı?
Cumhuriyet İslam’a en yakın rejimdir”... Diyeceksin ki “Orada nasıl hilafet, babadan oğula geçen monarşi söz konusu”, onun cevabı yok. Ama şurası bir gerçek ki, Türkiye Cumhuriyeti ilan edildiği zaman Asya’nın çok büyük kısmı koloniydi ya da başkasının idaresi altındaydı. Mevcut şeklen bağımsız diyeceğimiz devletlerin çoğu kendi monarşileri tarafından idare ediliyordu. Hatta bu Osmanlı’dan yeni ayrılan Arap ülkeleri için de söz konusuydu. Efendim cumhuriyet ilk önce Azerbaycan’da çıktı, Kazan-Başkır cumhuriyetleri oldu Tataristan. Ancak bunların hepsinin sonu geldi. Oralarda cumhuriyet, Sovyet idaresinin alt kompartımanları şeklinde tezahür etti. Cumhuriyet, 1923’te Türkiye’de kuruldu. Zannediyorum asayişi sağlama, teşkilatlanma konusundaki zengin devlet geleneği bu işe yardımcı oldu. Cumhuriyet idaresi devam etti. Cumhuriyet’in mağduru olacak Osmanlı ailesi sürgüne gitti, ancak bunların Cumhuriyet rejimi aleyhinde çalıştıkları pek görülmedi. Hatta seslerini bile çıkarmıyorlar, bunu ayıp addediyorlardı.
‘Frenk icadı’ diyenlerin dışında tartışılan bir sistem olmadı yani…
Evet ama burada tartışmanın ikinci safhası başlıyor: Cumhuriyet çok partili olacak! Olması için kurucusu gayret ediyor ama olmuyor. İstiklâl Harbi komutanları bile daha ilk denemede karşı gruplarda yer alıyorlar. 1930’da tekrarlanıyor, ikinci partiyi neredeyse devlet kendisi kurdurduğu halde çok değişik kombinasyonlar ortaya çıkıyor. Birincisinde ittihatçı ve şeriatçı diyebileceğimiz bir zümre Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nda, ikinci deneyimde Serbest Fırka’da şeriata yakın, onu isteyen veya bundan mağdur olduğunu düşünen zümrelerle solcular bir araya geliyor. Partiyi götürenler de liberaller. Buradaki çatışmalar çok başka gidiyor. Mesela Dersim Ayaklanması ile Şeyh Said ayaklanmasını aynı şeye koyamazsın. Bugünlerde bir gazetede okudum, “Biz Maraş’taki Sütçü İmam ile Şeyh Said’den geliyoruz” diyor. Ne alakası var. Böyle bir zihniyet yaşıyor bu memlekette.
Hocam, cumhuriyet tarihimiz kolay mı, zor mu anlaşılıyor?
Aslında kolay anlaşılabilecek bir tarihtir. Ancak ilk anda kitap kavramlarıyla yaklaşıldığında çok karmaşık görünür. Bir kere Gazi Paşa’nın politik stratejisi kendi içinde fevkalade tutarlı. Taraftarları candan destekleyici. Bunlar belki o gün de çok kalabalık değiller ama candan destekleyiciler. İş yapmaya kalktığı zaman yapıyorlar. Penisilin ve sülfamitlerden evvel sağlık konusunda inanılmaz şeyler başaran bir sağlık ordusu var.
Sırf iyi bir sağlık vekili olan Refik Saydam ile ilgili bir şey değil, hemşiresine, sağlık memuruna, başhekimine kadar bu ordu ayaktaydı. Bir takım meseleleri hallediyorlardı. İkincisi eğitim… O dönemin eğitimcilerine bizim kuşak yetişti. Ben Türkçeyi onlardan öğrendim. Annem bana evde çok iyi gramer öğretirdi ama herhalde güzel Türkçe telaffuz etmeyi değil. Benim için çok uzun zaman temiz Türkçe konuşmayan bir öğretmen tahammül edilemeyecek bir şeydi.
Bugün şaşılacak bir şey olmasa gerek…
Şaşılacak bir şey değil, doğru da değil. Lehçelerin, şivelerin yaşaması için canla başla gayret gösterilmeli, enstitüler, kayıtlar olmalı ama lütfen çocuklarımıza Türkçe öğretelim. Sonunda ne oluyor, çocuklar, onlardan öğrendiklerini değil, piyasadaki şantözlerden öğrendikleriyle, dişin arkasında bir Türkçe konuşmayı deniyorlar. Dil önemli…
Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın aklındakinin tam da Jean-Jacques Rousseau tipi bir cumhuriyet olduğunu söylüyorsunuz. Ne demek bu?
Ondan etkilenmiştir. Umumi bir kontrattır bu. Buna göre insanlar cumhuriyetlerini koruyorlar. Fransa cumhuriyeti bir kere çok tartışmalı, filozofik bir örgütlenmedir. Çünkü gerçek anlamda bu çağın ilk cumhuriyetidir. Bundan evvel Cumhuriyet yok mu? Roma’da, Atina’da, Lehistan’da, Venedik’te cumhuriyet var, fakat oligarşi cumhuriyetleri… Halbuki Fransız Cumhuriyeti geniş vatandaşın üye olduğu, citoyen (yurttaş) kavramının ortaya çıktığı bir sistem.
Cumhuriyeti ilan ederken nasıl bir Türkiye düşlüyordu?
Hayal ettiği Türkiye gerçekleşiyor. Kadın-erkeğin eşit, fevkalade üretken, okuma-yazma meselesinin halledildiği, eğitimin gittikçe arttığı, köylünün adam olduğu bir Türkiye. Hayalleri çok açık. Bulgaristan köylüsünün kafa tutan haline bakıp, “Ben de böyle istiyorum” demiş. Atatürk’ün istediği Türkiye beynelmilel kültürü benimseyen bir ülke. Müzik bileceksin, opera bileceksin, yapacaksın. “Bunu yapan adam her şeyi iyi yapar” diyor. Kafasındaki projeler çok açık. Ve tarzını değiştiren bir adam. 50 sene önceki Türk subayından çok farklı, bütün arkadaşları gibi. Dans da ediyor, Fransızca da konuşuyor, opera da besteletiyor. Bu büyük bir değişimdir. Bu asrın en büyük sosyologlarından biri, belki de birincisi Rolf Dahrendorf, böyle bir değişim karşısında aşka gelmişti. Bu toplumun çalışma kalıpları değişiyor, hâlâ da oturmadı yerine ama değişiyor.
Bir sözü var: Türk milletinin fevkalade meziyetleri vardır. Fakat ne yazık ki, onu cehalet ve karanlık içinde bırakıyorlar diye… Buna katılıyor musunuz?
E tabii öyle. Bir toplumun eğitimi olmadıkça, meziyetlerini ortaya çıkaramazsın. Bunu söylüyor, çok açık. Biz eğitimde rakam olarak eskiyi geçmiş gibi görünüyoruz ama nitelik olarak hayır. Eski eğitim tarzında herhangi bir insan emin olabilirdi, muvaffak olabilirdi. Bir dereceden sonra bu mümkün olmadı. Fransa’dan, Almanya’dan liseden gelip, burada sıkıntı çekmeden düz liseye devam eden çocuklar vardı, bu artık olamıyor. Nitelik değişmiş… Bunların düzeltilmesi lâzım.
Cumhuriyet bize ne kazandırdı?
Cumhuriyetin bize kazandırdığı şey ilerlemedir."
Yorumlar