Ben kendisini teselli için tekrar ettim: 'Evet, muhakkak nohutlu yemek dokunmuştur. Madem ki çıkardınız, inşallah rahat edersiniz.'
Karyolanın yanındaki sandalyeyi göstererek 'Şuraya otur' dedi. Oturdum. Atatürk tekrar söze başladı:
'Şimdi yine rüya görüyordum. Bana bir çift kundura getirmişler. Beğenemedim. Binbir'i çağırdım. Böyle "Binbir!" diye çağırırken odaya Rıdvan girdi. Bunun üzerine uyandım. Rüya gördüğümü anladım.'
Sonra başını sallayarak sözüne devam etti:
'Çok dermansızım Salih, büsbütün başka bir adam oldum. Su ellerimin haline bak.'
Bana uzattığı o güzel eller şimdi deri ile kemikten ibaretti. Parmakları o kadar titriyordu ki, sigarayı tutamayarak yorganın üzerine düşürdü. Hemen alıp attım. O hâlâ kesik kesik tekrar ediyordu:
'Ben büsbütün başka bir adam oldum. Hiç hafızam kalmadı. Değiştim Salih... Artık o eski adam değilim.'
O gece koma gecesiydi.
Atatürk'ü yatırdılar. Sayıklamaya başladı. Yaverleri, yakınları başucunda endişeyle beklemeye başladılar. Salih Bozok, bir yandan ağlıyor, bir yandan da "Allahım ya Atatürk'ü kurtar ya benim canımı al" diye dua ediyordu.
Az sonra doktoru Neşet Ömer Bey yetişti. Hastayı muayene etti. Kendisinde hazımsızlıktan kaynaklanan hafif bir zehirlenme olduğunu saptadı. İlaçlar verdi. Atatürk hafif ateşle uykuya daldı.
28 Eylül 1938 / "Gidelim Afet... Bir orman kenarına gidelim. Her şeyi bırakalım. Şöyle basit bir ev, ocaklı bir oda...''
Ertesi sabah gözlerim açtığında başucunda Afet İnan vardı:
"Bana ne oldu? Bana bir şey oldu" dedi.
Sonra da Afet İnan'ın kulağına gizlice fısıldadı:
"Ölüm demek böyle olacak kızım..."