Uluslararası hukukçular, AA muhabirine yaptığı değerlendirmede, Trump'ın Filistinlileri Gazze'den çıkarma ve bölgeyi ABD kontrolüne alma planının, 1948'den bu yana süren sistematik yerinden etme politikasının devamı niteliğinde olduğunu ve Cenevre Sözleşmeleri ile Roma Statüsü kapsamında savaş suçu oluşturduğunu belirtti.
"Filistinlilerin asıl dönüş hakkı İsrail'in işgal ettiği topraklara"
Ohio Devlet Üniversitesi Uluslararası Hukuk Profesörü John Quigley, Gazze'deki durumun tarihsel bağlamıyla birlikte ele alınması gerektiğini kaydederek, "Gazzeliler hukuken oldukça tuhaf bir konumda tutuluyorlar. Nüfusun büyük çoğunluğu 1948'de Filistin'in diğer bölgelerinden zorla çıkarılanlardan oluşuyor. Bu bölgeler 1948'den beri İsrail işgali altında ve bu insanların evlerine dönme hakları var. Yani aslında bir yere gitme hakları var ama bu Mısır ya da Ürdün değil, İsrail'in işgali altındaki topraklar." diye konuştu.
Trump'ın planının hukuka açıkça aykırı olduğunu vurgulayan Quigley, "ABD'nin Filistin halkının rızası olmadan Gazze'ye yerleşmesi açıkça yasa dışıdır. Hiçbir Avrupa devletinin toprakları rıza olmadan dışarıdan bir güç tarafından ele geçirilemeyeceği gibi Gazze'de de bu yapılamaz." dedi.
Quigley, Trump'ın kullandığı söylemin benzerinin daha önce İsrailli bakanlar tarafından da dile getirildiğine işaret ederek, "Bir halka karşı soykırım işlendikten sonra ortaya çıkan durumla başa çıkmanın yolunun, tüm insanları oradan çıkarmak olduğunu söylemek oldukça garip. Trump soykırımın işlendiğini kabul etmese de ancak bu fiilen gerçekleşmiş bir durumdur." ifadelerini kullandı.
Soykırım işlendiğinde asıl yapılması gerekenin, mağdurların zararlarının mümkün olduğunca giderilmesi olduğunu söyleyen Quigley, "İnsanları topraklarından çıkarmak ise kesinlikle bunun yolu değil, bu hakların daha da fazla ihlalidir." şeklinde konuştu.
"Zorla yerinden etme hem savaş suçu hem de soykırım suçu"
Boston Üniversitesi Hukuk Fakültesi Uluslararası İnsan Hakları Kliniği Direktörü Profesör Susan M. Akram ise Trump'ın planının birden fazla suça karşılık geldiğini belirterek, "Zorla yerinden etme tek başına hem Dördüncü Cenevre Sözleşmesi hem de Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Roma Statüsü kapsamında bir savaş suçudur." dedi.
Akram, konunun hukuki çerçevesine ilişkin, "Cenevre Sözleşmesi'nin 45. ve 49. maddeleri, bireylerin veya grupların zorla naklini ve işgal altındaki topraklardan sınır dışı edilmelerini yasaklar. 147. madde ise korunan kişilerin - yani tüm siviller, aktif çatışmada olmayanlar ve işgal altındaki halkların - yasa dışı sınır dışı edilmesini veya naklini 'ağır ihlal' olarak tanımlar. Bu ağır ihlaller sadece savaş suçu değil, aynı zamanda insanlığa karşı suçların ve soykırımın unsurlarını oluşturur." ifadelerini kullandı.
"Etnik Temizlik de Savaş Suçları Kapsamında"
Akram, Roma Statüsü'nün sivillerin yerinden edilmesini savaş suçu olarak açıkça tanımladığını aktararak, "Roma Statüsü'nün 8. maddesi sivillerin yerinden edilmesinin savaş suçu unsurlarını, 7. maddesi ise zorla nakil veya sınır dışı etmenin insanlığa karşı suçlar kapsamındaki yerini açıkça ortaya koyar." değerlendirmesinde bulundu.
ABD'nin planının, uluslararası hukuktaki devlet sorumluluğu boyutuna da dikkati çeken Akram, şöyle konuştu:
"Soykırıma iştirak ayrı bir suç olup, Soykırım Sözleşmesi kapsamında devlet sorumluluğunun ihlalidir. Nikaragua'nın Almanya'ya karşı UAD'de (Uluslararası Adalet Divanı) açtığı dava tam da bu konuyla ilgilidir. Başka devletler de dahil edilebilir ve soykırım eylemlerini emreden kişiler, UCM'deki davalara dahil edilebilir. Nüfusun zorla başka yere nakledilmesi çağrısını da içeren soykırıma teşvik suçları hem UCM'de hem de ulusal mahkemelerde yargılanabilir."
"1948'den beri süren sistematik politika"
Otago Üniversitesi'nden Dr. Nijmeh Ali de zorla yerinden etme politikasının hem İsrailli hem de Amerikalı yetkililer için ciddi hukuki sonuçlar doğurabileceğini vurgulayarak, "ABD'li yetkililer askeri yardım sağlama veya diplomatik koruma nedeniyle Roma Statüsü'nün 25(3)(c) maddesi kapsamında bu suçlara yardım ve yataklık etmekten sorumlu tutulabilir. Belçika, İspanya ve Güney Afrika gibi ülkeler, savaş suçlarının nerede işlendiğine bakılmaksızın yargılanmasına izin veriyor. Bu da İsrailli ve ABD'li yetkililerin yabancı mahkemelerde tutuklama kararlarıyla karşılaşabileceği anlamına geliyor." şeklinde konuştu.
İsrailli yetkililerin, Trump'ın planına verdiği desteğin tarihsel bağlamını anlatan Dr. Ali, "İsrailli bakanlar ve siyasetçiler, özellikle savaşın başında, Gazze'yi boşaltma ve Yahudi yerleşimleriyle yeniden iskan etme niyetlerini hiçbir etik veya yasal sınır tanımadan açıkça ifade ettiler. Bu destek, zorla yerinden etmenin sadece bir çatışmanın sonucu değil, 1948'de Filistin halkının etnik temizliği ve yerinden edilmesiyle başlayan kasıtlı bir politika olduğu argümanını güçlendiriyor." ifadelerini kullandı.
"Geçici önlem değil, önceden tasarlanmış plan"
"Üst düzey yetkililerin 'etnik temizlik' ve Filistinlilerin kalıcı olarak uzaklaştırılmasına atıfta bulunan açıklamaları, bu eylemlerin spontane olmadığını gösteriyor." diyen Ali, şunları kaydetti:
"Trump'ın 'refah' ve 'insani mesele' olarak sunduğu şey, aslında daha geniş bir projenin parçası. Filistinliler için zorla yerinden edilme, 1948'de başlayan ve çoğunluğunu mülteci haline getiren devam eden bir politika. Batı Şeria'daki süregelen yerleşim genişlemesinde kendini gösteren bu politika, amacın sadece askeri kontrol değil, demografik mühendislik olduğu iddiasını güçlendiriyor. Bu açıklamalar toplu olarak, kitlesel yerinden etmenin geçici bir savaş önlemi veya Filistinlilere 'iyi koşullar' sağlamak için insani bir girişim olduğu argümanını çürütüyor ve bunun yerine Filistinlileri topraklarından zorla çıkarmak için önceden tasarlanmış bir çaba olduğunu gösteriyor."
Yorumlar