Usta sanatçı Gönül Yazar, Posta'dan Oya Çınar'a konuştu. Usta sanatçı maruz kaldığı psikolojik şiddeti anlattı.
Yazar şu ifadeleri kullandı:
“Levent’te bir villada yaşıyordum. Evin içinde beş kişi, dışında üç kişi çalışıyordu. Ütümü yapanım ayrı, yemeğimi hazırlayanım ayrı, sıcak su havuzum ayrı, şok havuzum ayrıydı. Sonra başka eve taşınıp orayı kiraya verdim. 10 yıl da oranın kirasıyla çok güzel yaşadım.
Sonra satmak zorunda kaldım çünkü oturan kişi kirasını ödememeye başladı. “Bununla mı uğraşacağım?” dedim. Şahan Gökbakar aldı evi. Çok ucuza gitti. Anlatamam ne kadar ucuza gittiğini. Ama yapacak bir şey yoktu. Şimdi de gayet iyi durumdayım. İki arabam var. Boğaz’ı gören bir evim var.
13 yaşında ‘Ege Ses Kraliçesi’ seçildim. Sonra podyuma ve sahneye çıkmaya başladım. İzmir’de yaşıyordum. Sesim çok güzeldi. İlk eşim Necdet Yazar annemden 10 günlüğüne izin aldı ve beni Ankara’ya götürdü. Ankara Radyosu’nun sınavına girdim, kazandım fakat yaşım tutmadığı için almadılar. 18 yaşında değilsen devletin radyosunda çalışamıyormuşsun.
Biz tabii 10 gün içinde geri dönmedik İzmir’e. Ben Ankara’da sahne almaya başladım. Derken, annem geldi bizi Ankara’da buldu. Necdet Yazar ile konuştular ve yaşımı mahkeme kararıyla 18 yaptırdılar. Ama o arada İzmir’de, mahallede laf çıkmış. Annem Necdet ile benim evlenmeme karar verdi. Daha o yaşta ilk evliliğimi yaptım. 13 yaşındaydım, Necdet 40 yaşındaydı. Biz tabii 10 gün içinde geri dönmedik İzmir’e. Ben Ankara’da sahne almaya başladım.
Derke, annem geldi bizi Ankara’da buldu. Necdet Yazar ile konuştular ve yaşımı mahkeme kararıyla 18 yaptırdılar. Ama o arada İzmir’de, mahallede laf çıkmış. Annem Necdet ile benim evlenmeme karar verdi. Daha o yaşta ilk evliliğimi yaptım. 13 yaşındaydım, Necdet 40 yaşındaydı.
Bir yandan sahneye çıkıyordum. Zaten iki yıl içinde gazinocular aralarında kapış kapış ettiler beni. “Güzel kız, sesi çok güzel” diyerek… O esnada yaşım 16 oldu. İstanbul’a gelmiştik artık. Bakın Muazzez Abacı, Emel Sayın, hepsi
İstanbul’a 29-30 yaşlarında geldiler. En küçük yaşta gelen benim. Oturup kaç kocaya vardığımı, kaç yaşına bastığımı konuşuyorlar. Benim müthiş bir sanat yolculuğum var. Yıllarca namusumla paramı kazandım. Bir televizyon programına katılıyorum, ilk soru: Hoş geldin, kaç yaşına bastın? Bu nedir ayol?
Ben iki dil bilen İngilizce ve Fransızca konuşan bir sanatçıyım. Bunları yazmalarını isterim. Üstelik ben altı kere evlendim, “Yedi kere evlendi” diye yazıyorlar. Yaşım internette 84 çıkıyor. Ben 84 değilim. Ben 80’in altındayım, işte o kadar. Dört Yapraklı Yonca’lar yok mu sinemada, onların jenerasyonum işte. Ajda Pekkan’la aramda üç-dört yaş var. Buyursunlar hesap etsinler.
Herkes herkesle orada burada düşüp kalkarken ben imza atıp namusumla evleniyordum. Aile olayım, çoluk çocuğa karışayım diye. Çünkü benim anne ve babam ben altı yaşındayken ayrıldılar. Onun bir acısı vardı bende zaten.
Evlendiğim insanların hepsi vallahi çok iyi insanlardı. Mükemmel insanlarla evlendim ben. Çok iyi ailelere gelin oldum. Ama kısmet öyleymiş. Ne aşk bitti ne de kandırdılar beni! Hepsine minnet duyuyorum. Beni hiç aldatmadılar.
Çocuk değil ki birlikte olduğum insan. Beyefendi bu hayatta yarım asrı devirmiş. 50 küsur yaşında. Ben çoluk çocukla, bir üniversite talebesiyle beraber değilim ki! Görüyorsunuz saçını sakalını, bembeyaz olmuş.
Bir takım yazılar çıktı. Rüzgar Bey’in başka bir hanımla geçmişte yaptığı bir takım yazışmalar… Açıklaması da “Ben erkeğim ve o zaman bekardım, sen hayatımda yoktun” oldu. Ama tek konumuz bu değil. Kendisi ‘takık’ bir insan. Her şeye takıyor. Evdeki yardımcılarıma taktı. Pembe Hanım evden gitsin istiyor.
Telefonum onun elinde. İstediğini siliyor, engelliyor. Güya Pembe Hanım dolduruyormuş beni. Niye doldursun ki! Ona da çok nazik davranıyor. Orada bile ayrılıyoruz bakın. Ben ot yiyorum, o et yiyor. Ama Pembe Hanım ona da çok güzel et yemekleri yapıyordu. Bunlar normal değil ama ne yapayım. “Yazmasınlar sana, istemiyorum” diyor. Ben de “İyi birini buldum, bari kaybetmeyeyim” diye boynumu büküyorum.
Başlarda çok güzel sohbetlerimiz oluyordu. Sonra değişti. Evimiz ayrı zaten. Onun kedileri var. Kumlarını değiştirmeye gidiyor, ev çok uzak olduğu için de dönemiyor. Yardımcım Pembe “Getirin kedilere, ben bakarım” dedi ama istemiyor. Kimseye emanet edemezmiş. Zaten odalarımız da ayrı bizim. Uyurken de ayrı uyuyoruz.
Rüzgar, başta değerimi biliyordu ama son bir buçuk aydır yüksek sesle konuşmaya, bağırmaya, beni azarlamaya başladı. Ben teknoloji özürlüyüm, telefonu iyi kullanamıyorum. Aramalarımı yapıyorum. Whatsapp’a da giriyorum ama çok hakim değilim. Bir şey gösteriyor, yapamazsam sinirlenip bağırıyor. Benim kafam nelere basıyor, şu telefona da basmayıversin ya! Her şeyi bilen kadın telefonu bilmese ne yazar, yazsa yazsa Gönül Yazar!
Psikolojik şiddete maruz kaldığımın farkındayım. Ama ne bileyim, bunca yıl sonra kafama göre birini buldum, aşkı buldum, kaybetmeyeyim diyorum.
İlk filmim ‘Taş Bebek’ ten sonra aldım başımı Amerika’ya gittim, “Yes” demeyi bilmiyordum ama cesaret edip gittim. Sonra hayatımın çoğu da oralarda geçti. En çok New York’u severim. Ölürsem orada bir yere gömsünler beni. Henüz resmi bir vasiyet yapmadım. Ama orada vefat edersem getirmesinler beni geri, orada gömsünler.”
Yorumlar